21 Nisan 2014 Bu makaleyi gerek katıldığım forumlardan,gerek iş gezilerinden ve müşavirlik raporlarından derleyip siz değerli dostlar ile paylaşmak istedim umarım beğenerek okursunuz,
Macaristan'da oturum almak isterseniz Çekinmeden yazdığım bloğu okuyabilirsiniz...
Macaristan emlak fırsatı, Macaristan'da çalışmak, Macaristan'da eğitim, Macaristan'da Emlak, Macaristan'da oturum, Macaristan'da şirket, Macaristan'da vatandaş,Macaristan'da yatırım,Tarık Tekeş +36 70 2645104
ttekes@gmail.com
Öncelik ile güncel bir konu var Macaristan'a vize kalktı haberi, Bu tarz haberler her 5 yılda bir gündemde,
Halk aptal yerine konmamalı,Macaristan 2004 Yılı itibari ile Avrupa Birliğine üye ülkedir ayrıca shengen'e bağlıdır kuralları vardır ne ise o uygulanır,Üstüne basa basa söylüyorum bu sebep ile Türk vatandaşlarına mutlaka vize gerekir yeşil ve diplomatik pasaportlar hariç,son zamanlarda her zaman olduğu gibi basında vize konusunda (shengen ülkeleri) yalan yanlış bilgiler var şiddet ile konuyorum bunları tirajı 500 bin olan gazetlerde haber bunlar vize kalktı diyor arkadaşım yok böyle bir şey yalan dolan kandırmaca,kopyala yapıştır şeklinde haber olmaz bir devlet yetkilisi istedi diye Avrupa vizeyi kaldırmaz 60 senedir kalkmadı gene kalkmıyaktır bunlar hayal ürünüdür ve politik malzemeler ile halkımızı uyutmaktır,böyle geri zekalı ve ahmakça habercilik anlayışı olmaz olamaz,halkta aptal yerine konmaz.Mağdur olan insanların çığlığı kulaklarıma geliyor işitiyoruz.Burası yol geçen hanı değildir.Kanun ve kaidesi vardır.
AB üyleği konusu had safhada dalga konusu olmuştur AB yetkilileri artık alaycı tavır ve uslup takınmışlardır bu anlamda.İsim vermek istemiyorum Türkiye benim çocukluğumdan beri aday dedi ...aradan 50 sene geçti.Başvuruyu yapanlar şu an kara toprak oldu...Hepsinin mekanı cennet olsun.
Güzel bir geleceğin gelmesini umud ediyoruz lakin kısa vadede gerçekleşmesi güç olacak ,orta ve uzun vadede bu mümkün Türkiye mizin geldiği nokta ortada Macar dost ve kardeşlerimizin bu anlamda çok çalışması gerekiyor,
Burası bana (Macaristan)bu anlamda 1980 li yılların Türkiyesi ni anımsatıyor aynı şekilde ağır aksak ilerliyor yaşanan örnekler tabloyu netleştirecektir, özellikle kimyasal ham madde konusunda Türk firmalarından birçok talep aldım ve bunu Hitaya aktardım cevap şu,
O bölüm sorumlusu ayrıldı yerine falanca kişi bakıyor oda şimdi acemidir biz size nasıl cevap verelim nasıl yapalım şöyle yapalım böyle yapalım bu konunun normal olarak muhatabı HITA'dır bunuda verdikleri akşam yemeğinde söylüyorlar...sanki işi yapmak için değilde yapmamak için varlar,bir iş yapmak için sürekli insanları dürtüklemek lazım,işin ilginç tarafıda Macar hükümetin yeni politikası Türkiye ve ortadoğudaki devletler ile sıkı işbirliği yapmak ve projeler üretmektir ömrümüz izin verirde bu günleri görmek nasib olurmu bilemem lakin bildiğim tek bir şey var şimdiki yaşadıklarım,uzun yıllar burada yaşayan Türk kardeşlerimizle sohpet ettiğimde onlarda ortama alıştığından konuyu 3 kere anlatıyor ya dedim tamam anladım napalım alışkanlık olmus diyorlar,
Bizde ise yaşadığım gelişmeyi anlatayım OMV Türkiye sorumlusu masada yoktu yetkiliye gittim görüşmem gerekli dedim tamam efendım ben sımdı lısteye bakım aradı telefonu buldu sonra beni gorusturdu ve başında beklıyen bir sürü kısı vardı,görüşmek istediğim kişi yola cıkmıs bana dedı bılgı gecin ben dedi ileteyim,yani olmayacak gorusme gerceklesti ve sorun çözüldü...Bu kıssadan hisse,
Bir Türk çalışan akşam mesai bitimine kadar %80 birim olarak işine fokus oluyor ise aynısı bu Macar dostlarımızda yarı yarıyadan az gibi,
Uzun sözün kısası macar kardeşlerimizin bu seviyeye gelmesi gerekir ki iki ülke arasında bürokrasi çözüldükten sonra başarı sağlansın,
Türk girişimcisinin önü açılsın ki 5 mılyar usd ticaret hedefi tutsun,
%1 yabancı sermaye ekonomik gücün %67 si ekonomiye katkısı %50 den fazla kalan %99 Macar sermayesi ve ekonomisini göz önüne alalım durum daha net ortaya çıkıyor, Macaristan’da üretim yapan dünya devleri Siemens, Bosch, Nokia, General Electric, Samsung, Electrolux gibi firmalar zaten lokomotifi oluşturmakta,
Kominist yapıdan sonraki düzen ,şimdiki zamana kadar olan yapıya bir süreç diyelim çek - slovenya ve slovakyadaki gibi iyi yönetilemediğinden ki orada'da mutlak bir başarı yoktur,Şimdi çok önem arzeden bu dönemi hatırlayalımki yaşadığımız coğrafyanın resmini çekelim değerli dostlar,
Doğu Bloku’nun çöküşüyle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde bir demokratikleşme dalgası yaşanmıştır. Bunun doğal sonucu olarak, bir yandan siyasî sistemler değişirken; öte yandan sosyo – ekonomik yapılar da dönüşüme uğramıştır. Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya’da yaşanan bu devrimsel hareketlilik güçlü ve örgütlü toplumsal muhalefet ile siyasî iktidar arasındaki yuvarlak masa görüşmelerine dayanırken;
Bulgaristan’da iktidarların sistemi reforme etmesi üzerine zaman içinde
gerçekleşmiştir. Romanya’ da ise birdenbire açığa çıkan toplumsal
protestolar yönetimin çok sert ve kanlı biçimde devrilmesine yol açmıştır.
Bu süreçlerin en önemli hukuki belgelerini yeni anayasalar oluşturmuştur.
Mevcut Sosyalist karakterli anayasalar, yerlerini özgürlükçü, çoğulcu,
serbest ve âdil seçimler ile piyasa ekonomisinin önünü açan Batı tarzı
demokratik anayasalara bırakmışlardır. Orta ve Doğu Avrupa yaşanan bu
anayasacılık hareketiyle, hükûmet sistemlerinde de değişime gidilmiştir.
Buna göre, demokrasiye geçen ülkelerden bazıları parlâmenter sistem
uygulamasını benimserken; diğer bazıları yarı – başkanlık modelini kabul
etmişlerdir.
20. yüzyılın son çeyreğinde gerçekleşen ve üçüncü demokratikleşme
dalgası içinde yer alan Varşova Paktı’nın çöküş süreci, önemli bir siyasî
dönüşümün habercisidir. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin demokratikleş mesi biçiminde kendisini gösteren bu değişim, söz konusu
ülkelerin hükûmet sistemlerinin de farklılaşmasına neden olmuştur. Öyleki, yaşanan siyasî kırılma, ilgili ülkelerde parlâmenter veya yarı –
başkanlık hükûmet sistemlerinin kabulüne yol açmıştır. Bu dönüşüm
sürecindeki en önemli hukukî gelişme, demokratik siyasî sisteme uygun
yeni anayasaların hazırlanması olmuştur. Tercih edilen hükûmet sistemi
ne olursa olsun, anayasa koyucuların ilk amacı, gerçekleştirilen köklü
değişimin sarsıntılarını azaltmak ve yumuşak bir geçiş yaşanmasını
sağlamak olmuştur. Bunun için de bir yandan hükûmetin istikrarını
destekleyen ve etkinliğini arttırmaya çalışan düzenlemeler öngörürken;
diğer yandan ortaya çıkması muhtemel siyasî kilitlenmeleri aşmaya
dönük birtakım hukukî mekanizmaları anayasaların içine yerleştirmeyi
ihmâl etmemişlerdir.
Rasyonelleştirme çabasının somut örneklerini gördüğümüz Orta ve
Doğu Avrupa anayasacılığının konusunu oluşturacağı bu çalışma iki ana
kısımdan meydana gelmektedir. Sosyal bir konunun ele alınışında
kronolojik gelişmelerin aydınlatıcı özelliğinden yararlanılacağı için
çalışmanın birinci kısmında, bu dönüşümün tarihî ve siyasî arka planı ile
sonraki yansımaları ele alınacaktır. İkinci kısımda ise Orta ve Doğu
Avrupa ülkeleri, parlâmenter ve yarı – başkanlık sistemi ayrımı esas
alınarak bir kümelendirmeye tâbi tutulacaktır.
1970’li yılların ortası itibarıyla başlamış olup, 1990’lı yılları da içine
alacak biçimde Avrupa, Latin Amerika, Doğu Asya ve Afrika’da aynı
zaman dilimi içinde birbirine koşut biçimde gerçekleşen üçüncü dalganın
kendine özgü karakteristik yapısı, otoriter siyasî yapıların
demokratikleşmesi biçiminde kendini göstermiştir. Bu süreç ülkelere,
bölgelere, sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeylerine, dinî, etnik özelliklere, farklı siyasî tercihlere ve yerel kültürlere göre değişen çeşitli iç ve dış dinamiklere sahiptir.
Avrupa’da üçüncü dalga öncelikle kıtanın güneyinde etkisini
göstermiş; Portekiz, İspanya ve Yunanistan’daki otoriter yönetimler
yıkılarak, yerlerine yeni anayasalarla demokratik siyasî sistemler
kurulmuştur. Her üç ülkenin coğrafî olarak aynı düzlemde yer almaları ve
dönem itibarıyla birbirine çok yakın zamanlarda otoriter yönetimlerden
demokrasiye geçmeleri, aralarında çok büyük benzerlikler olduğu
anlamına gelmemektedir. Öyle ki, Portekiz’de siyasî sistemin kurumsal
tükenişini, sömürgelerinde yürüttüğü savaşın sonuçsuzluğu
hızlandırmışken; İspanya’da yaşanan değişimde otoriter önderin ölümünün etkisi büyük olmuştur. Yunanistan’da yönetimin çöküşünü ise
ülke içinde yaşanan bunalım ve dış siyasette izlenen maceracı çizgisinin
olumsuz sonuçları hazırlamıştır.
Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’yı kendine bağlı tutmak için
yapmış olduğu sermaye aktarımının tükenme noktasına gelmesi ve bu
ülkelerin de ekonomik politika anlamında verimsiz tercihlerde
bulunmaları, yaşam standartları düşürmüş ve yaşanan çöküşün en önemli
etmenlerinden biri olmuştur. Ayrıca, Batı toplumlarındaki bilişim
teknolojisine ayak uyduramama ve bilginin sosyalist devletlerce denetim
altına alınamaması Doğu Avrupa toplumlarının bu gelişmelerden
haberdar olmasına ve etkilenmesine neden olmuştur. Bu etkileşim sistem
açısından yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Bir diğer etmen ise çevresel
kirliliğin artması üzerine başlayan eleştirilerin zamanla çevreci bir
muhalif harekete dönüşmesidir. Öyle ki, Bulgaristan özelinde sisteme
karşı ilk halk gösterisi çağrısı, ülkedeki çevreci hareket olan
Ecoglasnost’tan gelmiştir. Bütün bu dinamiklerin yaşandığı bölgede,
siyasî sistemin dayandığı ideolojik temelin ve yönetici sınıfın meşruluk
bunalımına girmesi sosyalist yönetimlerin ard arda çökmesine yol
açmıştır.
1989 – 1991 yılları arasındaki dönüşüm yalnızca siyasî alanda
gerçekleşmemiş, üst yapı kurumlarındaki değişim sosyo – ekonomik
tabanda da karşılığını bulmuştur. Bu yüzden Doğu Avrupa’daki
demokratikleşme dalgasının bir boyutunu iktidarın kimin tarafından nasıl
kullanılacağı oluştururken; diğer boyutunu da toplumsal yapının yeniden
şekillenişi ve demokratik siyasî yapılanmanın üzerinde yükseleceği,
toplumun sivilleşmesi ve rekabete dayalı serbest pazar ekonomisi olguları
meydana getirmektedir. Sosyalist yönetimlerin iktidardan uzaklaşmasına
rağmen, demokratikleşme sürecinde kesinti ya da geri dönüşler yaşanacağı konusunda ciddî çekinceler ileri sürülmüşse de, Doğu Avrupa
ülkelerinin, piyasa ekonomisini yeniden icat etmek zorunda olmamaları,
sadece bu ekonomik modeli nasıl işletecekleri konusunda karar verme
aşamasına gelmeleri, söz konusu çekincenin bir ayağını anlam sızlaştırmaktadır.Başarısızlıkta buradan geliyor bence,
Aslında sivil toplumun oluşturulması noktasında ise, mevcut iktidara eleştirel bir siyasî iktidar seçeneği yaratmak suretiyle, bu ülkelerdeki muhalif hareketler kendilerinden beklenmeyen ölçüde başarılı bir performans göstermişlerdir hatırlar isek daha önce alternatif yok idi. Geçiş dönemi boyunca halkın salt öfkesinden başka günlük gereksinimleri de giderebilecek, sağlıklı çözümler üretebilecek bir yapılanma için gerekli kamuoyunu hazırlayacak kolektif hareketler sergilenebilmiştir,lakin bunlar diğer batılı ülkelere gere eksik kalmıştır,
Yaşanan bütün sosyo – ekonomik ve siyasi gelişmeler, Batı Avrupa’dan farklı olarak hızlı ve köklü biçimde bir anayasal değişimi de
beraberinde getirmiştir. Orta ve Doğu Avrupa’daki demokratikleşme
sürecinde mevcut yönetimlerin siyasî ve ekonomik düzenlerinin sona
erdirilmesi esas alınmıştır. Bu çerçevede bütün değişim faaliyeti üç ana
konu üzerinde toplanmıştır. Bunlardan ilki, özelleştirme, özel mülkiyet ve
serbest piyasa konularını temel alan bir ekonomik programın
hazırlanması olmuştur. İkincisi ise devletin rolünü yeniden tanımlayan ve
kurumların daha farklı biçimde örgütlenmesini öngören, anayasa başta
olmak üzere hukukî değişikliklerin gerçekleştirilmesidir. Üçüncüsü de
birey hak özgürlüklerini hukukî güvence altına alacak, hatta devlet
müdahalesinden koruyacak tarzda anayasal bir yapının meydana
getirilmesini ifade eden toplumun özgürleştirilmesidir.
ORTA VE DOĞU AVRUPA ANAYASACILIĞI: SİYASÎ
MİMARİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ
Siyasi Sistemi Rasyonelleştirme ÇabasıSiyasi sürecin rasyonelleşmesini ve ülke içinde bütünleşmeyi sağlama işlevine sahip olan anayasalar, bu yolla gerçekleştirilecek olan siyasi modernleşmenin de en önemli aracıdırlar. Anayasaların yüklendikleri bu işlevler bir yandan demokratik sisteme geçişin yolunu açarken; öte yandan istikrarlı bir siyasî yapılanmanın esasını da oluştururlar. Sadece aritmetik bir çoğunluğun ortaya çıkmadığı, aslında gerçek anlamda üzerinde oydaşılan bir anayasayla ulusal bütünleşmenin yaşanması, başarılı anayasacılık faaliyeti olarak değerlendirilebilir,
Türkiyedeki başarı AKP hükümetin 11 sene tek başına iktidarda kalması ilede doğru alakalıdır para girişini sebest bırakma - para nereden ve hangi şekilde gelirse gelsin serbestçe piyasaya sürebilme ve bu şekilde sermayenin gelişi akabinde akışı ile ekonomik patlamalar yaşanmış dalgalanmalar sona ermiş sürekli ekonomik anlamda gelişmeler yaşanmıştır ama halen insan hakları temel hak ve ihtiyaç konularında hatta yaşam kalitesi konusunda tam bir 3.dünya ülkesidir bunun için çabalar var yapılanlar var ve uygulamalar var,belli süreç içersinde iyi bir noktaya gelineceği konusunda inancım var,
Konjüktörler değişken ülkemizde ekonomik ve sosyo kültürel anlamda hayatın yükselme ve alçalma yönünde gösterdiği birçok inişli çıkışlı,dalgalı hareketlenmeler oldu 10-15 yıl önce yapmış olduğunuz görev ve misyon bağzen tam aksi yönde değişebilir,bağzen verilen görev ve misyonu siz uygulamak zorundasınızdır şartlar bunun için sağlanmıştır - 1980 darbesini yapanlar ile darbeye teşebbüs edenlerin durumu ortadadır mesala,yapanlar gıyabında belki yargılandı hiç tutuklanmadı teşebbüs eden suçu işlemediği halde ceza evinde yatmaktadır onlarında hatalı olduğu nokta zamanı iyi okuyamadılar değişen durum ve şartlara uyum sağlayamadılar,
Bizde değişen durum ve şartları çok iyi analiz etmeli ve uyum sağlamalıyız,özellikle son 1 ayda Türkiyeden üst düzey yetkili bakan ve başbakan konumunda devlet erkanı buralara akın etti gerçekten takdir edilir nitelikte hele Recep Akdağ Beyin görev değişikliği kulislerde belli olduğu halde son dakikaya kadar çalıştı...Bunu hissettirmedi bile,
Vize başvuru konusuna gelince İLK BAŞVURUDA red alanlara bende başvurunun asıl kişi tarafından yapılmasını ve yenilenmesini tavsiye ediyorum ve konuyu yakınen takip ediyorum, gerekirse yaşananları Başbakanlığa kadarda ileteceğim - Macar tarafı Hırvatistan'dan sonra en çok Turist bize geldiği için vizeleri kaldırın dedi bizimkiler zaten kapıda veriyor 15 euro karşılığında ama bizim insanımızın yaşadıkları tam bir işkence niteliğinde,buda tam bir ironidir,
Bunun başlıca nedeni'de dönemim paşası Evren paşanın siyasi olayları öne sürerek 80 öncesi ve 80 li yıllarda olmuştur bu tarihlerden önce vize denen engelleyici faktörler bulunmuyormus kısacası bizim devletin talebidir,vatandaslara vizede zorlama hatta red verilmesi gibi,bilinen anlasma ve kanunların yanında bir çoğunu bilmiyoruz örnek olarak,
Gerek Türkle evlenen Macar yada tam tersi Türkiyede yada Macaristan evlilik tarihinden sonra en geç bir ay içinde müracat ile vatandas olmak hakkına sahip ama siz bunu kanun ek ve maddelerde sivil vatandaş olarak göremezsiniz,
Konular uzarda gider değerli dostlar şimdilik kalın sağlıcakla
Tarık Tekeş
Bu arada yazıyı yazdığım dönemden bu yana 1 yıl geçti ve Macarlara vize kalkmıştır
YanıtlaSil