XX.YÜZYIL MACAR TARİHİ VE OSMANLI İZLERİ

Eski kaynaklarda Macaristan’dan Panonya diye bahsedilmektedir. Macaristan’ın bulunduğu Tuna havzası ve Karpatlar bölgesi, coğrafî yer îtibâriyle kuzeyden ve doğudan devamlı gelen istilâların, akınların mecbûri geçiş yolu olmuştur. M.Ö. üçüncü asırda Keltler’in, sonra Daklar’ın istilâ ettiği Panonya, M.Ö. 1. asrın sonlarında Romalıların hâkimiyetine girmiş ve bu hâkimiyet M.S. 4. asıra kadar sürmüştü. Panonya 4. asırda Attila idâresindeki Hunların, 6. asırda da Volga Nehrinin doğusundan Tuna Havzasına kadar gelen Avar Türklerinin istilâsına uğradı ve Avarlar burada kuvvetli bir imparatorluk kurdular. İki yüz elli yıl Orta Avrupa’ya hâkim oldular. Önceleri Şamanistken giderek Hıristiyanlığı benimsemeye başladılar ve 769’da Charlemagne tarafından ortadan kaldırılan Avar Türkleri, böylece Hıristiyanların özellikle Slavların arasında eriyip kayboldular.


1869 yılında Urallar’ın doğu yamaçları ve Orta Volga arasında yerleşmiş olup, Hazar Türklerinin bir kolu olan Arpatlar batıya göç ederek, Karpatlar ve Tuna havzasını işgâl ettiler. Macarlar’ın aslî unsurunu meydana getiren Arpatların güneye ve batıya yaptıkları akınlar, Germen İmparatoru Birinci Otto tarafından önlenince göçebelikten yerleşik hayata geçtiler. Moğol istilâsına kadar Macaristan’da istikrarlı bir devre başlamış oldu. Orta Asya gelenek ve yaşayış tarzlarını bir süre devam ettiren Arpatlar, Prens Geza zamanında Hunlar ve Avarlar gibi Hıristiyanlığı kabul ettiler. Türklüklerini tedricen kaybedip Hıristiyanlaşmalarına rağmen, Macaristan’da bugün bile birçok Türkçe kelime ve yer adları kullanılmaktadır. Meselâ, tyuk, (tavuk), birska (bıçak), szakall (sakal), tengez (deniz), sarga (sarı) teknö (tekne), borju (buzağı), sator (çadır) gibi daha pekçok kelime, Macarların Türk asıllı olduklarını bâriz bir şekilde göstermektedir.

Moğol istilâsından sonra Arpat Hânedanının yerine, yabancı soydan gelen Anju Hanedânı geçti. 1787’den îtibâren Macaristan’da idâreyi ele alan Sigismund ile berâber bâzı fâsılalar olmasına rağmen Macar Halkı, Alman asıllı krallarca idâre edildi. Macarlar, Osmanlıların Balkanlardaki ilerleyişini durdurmak için 1396’da 130.000 kişilik bir orduyla harekete geçtiler. Niğbolu önlerinde Yıldırım Bâyezîd Han (1389-1402) karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar. Ancak bundan sonra, devamlı sûrette, bizzat veya yardımcı olarak Osmanlı fütûhatını engellemeye çalıştılar. 1526’da Mohaç’ta tekrar Macar ordusu Osmanlılara yenildi ve Orta Macaristan fethedildi. Macaristan Osmanlı hâkimiyeti altına girmişse de bu hâkimiyet tam olarak kurulmayıp, Transilvanya ve Karpatlar bölgesi Osmanlı tâbiiyetinde kalmak üzere Prens Zapolya’ya verildi. Kuzey ve kuzeybatı Macaristan Avusturya’da kaldı. Zapolya’nın ölümüyle halefi ve vârisi Janos isimli bir çocuğa taç giydirilince, Osmanlılar Avusturya’ya fırsat vermeden buraya yerleşmek için, Macaristan’ın tamâmı Osmanlı eyâleti hâline getirildi ve Budin Beylerbeyliğine bağlandı.

Macaristan 1699’daki Karlofça Antlaşmasına kadar yüz altmış beş sene Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Osmanlıların Macaristan’daki hâkimiyet devirleri, bugün bile hasreti çekilip çeşitli vesîleler ile bunun ifâde edildiği tam bir huzur, sükûn, adâlet ve îmâr devri oldu. Burada görev yapan Osmanlı paşa ve devlet adamlarının da yaptırdıkları başta hamamlar olmak üzere pekçok eserler büyük bir yekûn teşkil etmekte olup, Macaristan’ın Avusturya idâresine düştüğü zaman yapılan tahribâta rağmen bâzıları günümüze kadar gelebilmiştir. O devirlerde mezhep savaşları ile çalkalanan Avrupa’da, Macaristan başta olmak üzere, Osmanlı toprakları Protestanların sığınak yeri oldu. Osmanlı-Macar münâsebetleri sosyal ve iktisâdî, her alanda gelişti ve Macaristan’da Osmanlı kıyâfetleri giymek moda oldu. 1604’teki Osmanlı-Avusturya savaşında Macarlar Osmanlıların yanında yer aldılar ve kurulan Erdel Beyliği içişlerinde bağımsız ancak, Osmanlı Devletine tâbi olmak üzereMacarlara verildi.

Macaristan 1689’da Avusturya’nın eline geçtikten sonra da bağımsızlık hareketleriOsmanlılarca desteklendi. 1682-1684’te İmre Thököly’nin, 1703-1711’de Ferenc Rakoczi’nin bağımsızlık hareketleri başarısızlıkla sonuçlanınca diğer isyancılar ile berâber Osmanlı Devletine sığındılar. Thököly İzmit’te, Rakoczi Tekirdağ’da ölene kadar misafir muâmelesi gördüler. 150 yıl sonra Osmanlı Devletine gelen Macar heyeti, Tekirdağ’a yerleştirilen mültecilere verilen arâziyi satın almak için kendilerine müracaat eden Türk köylülerine hayran kaldılar. Rakoczi’nin arkadaşı Kelemen Mikos’un yazdığı ve mültecilerin hayâtını anlatan Türkiye Mektupları isimli eseri bugün Macar târihi ve edebiyatının kaynak kitapları arasında sayılmaktadır.

Ferenc Rakoczi’nin başarısız teşebbüsünden sonra Macaristan Avusturya’nın yarı kolonisi hâline geldi ve bugüne kadar, Osmanlı hâkimiyetindeki hürriyetini, iki dünyâ savaşı arasındaki devir hâriç bir daha göremedi. 1785’te Almanca resmî dil olarak kabul edilip, Avusturya ile Macaristan arasında gümrük birliği îlân edildi. 1848’de Lajos Kossuth’un bağımsızlık hareketi (Bkz. Kossuth, Lajos) Rusya’nın yardımıyla bastırıldıktan sonra büyük bir baskı rejimi başladı, ancak 1876’da Macaristan,Avusturya sınırları içinde federatif bir devlet hâline gelebildi. Böylece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ismiyle ikili bir monarşi kuruldu. Avusturya, 1914’te Birinci Dünyâ Harbine girince Macaristan da katılmak mecbûriyetinde kaldı. Ancak Avusturya’nın teslim olması üzerine Macaristan ayrılarak cumhûriyet îlân olundu. 1919’da bastırılan Bela-Kun idâresindeki komünist ayaklanmasından sonra Amiral Horty 1 Mart 1920’de kral naipliğine getirildi. Macaristan, 1920’de yapılan Trianon Antlaşması ile topraklarının üçte ikisini, nüfusunun beşte birini kaybetti.

İki dünya savaşı arasında Macaristan ideolojik ve ekonomik yönden Hitler Almanyası’na yaklaştı ve Antikomintem pakta katıldı. 1941’de Almanya ile berâber Rusya’ya karşı İkinci Dünyâ Savaşına girdi. Ancak 1944’te Almanya ile arası açılınca Hitler Macaristan’ı işgâl ettirdi. Amiral Horty’nin Macaristan’da yirmi dört yıllık idâresi sona erip, yerine Szalas getirildi.

Szalas’ın kurduğu terör rejimine karşı başlayan muhâlefet, komünistlerin güçlenmesine ve Rusların Macaristan’ı işgâline yol açtı. 4 Şubat’ta cumhûriyet îlân edildi ve aynı sene mâdenler, ağır sanâyi tesisleri, bankalar devletleştirildi. Üç milyon hektar arâzi, sâhiplerinden zorla alındı. Macaristan İşçi Partisi öncülüğünde kilisenin mallarına el konuldu ve kilise aleyhtarlığı kampanyası başlatıldı. Ancak başgösteren tepkiler sonucu 1953’te ülkede mevcut bulunan Sovyet askerleri İmre Nagy’ı başa getirerek yumuşama politikası tâkip etmeye başladılar. İmre Nagy’ın reformlarına tahammül edemeyip, 1955’te görevden alınınca Macaristan’da muhâlefet çok büyük oldu. 1956’da tekrar hükûmetin başına getirilen İmre Nagy, Macarların Sovyet işgal güçleri aleyhine “artık yoldaş değiliz” diye başlattıkları ihtilal hareketi sırasında Macaristan’ın Varşova Paktından çekilip, tarafsız kaldığını, 2 Kasım 1956’da Birleşmiş Milletlere, 3 Kasımda da Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov’a bildirdi. “Eskunzuk, eskunzuk hogy tovabb nem leszunk!” (Yemin ediyoruz, artık köle olmayacağız!) diyen Macar halkının hürriyet mücâdelesi, 4 Kasım’da Budapeşte’ye giren yüzlerce Sovyet tankı tarafından kanla bastırıldı. Binlerce Macar, komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı’ya ilticâ ettiler. İmre Nagy de yakalanarak 1958’de îdâm edildi. 1989’da komünist parti feshedildi. 1990 seçimleri çok partili oldu ve merkez sağ partiler iktidâra geçtiler.



Szalas’ın kurduğu terör rejimine karşı başlayan muhalefet, komünistlerin güçlenmesine ve Rusların Macaristan’ı işgaline yol açtı. 

23 Ekim 1956

"23 Ekim 1956’da, Budapeşte’de 155,000 insan “Polonyalılarla dayanışma” mitingi yaptı. Radyo istasyonuna doğru ilerlerlerken, önlerine çıkan dev Stalin heykelini yıkmak istediler ancak heykel yere çok sağlam monte edilmişti. AVO, nefret edilen gizli polis birlikleri istasyonu kordon altına almışlardı. Hiç uyarısız barışçıl göstericilerin üzerine makineli tüfek ateşi açtılar. 

Böylece Macar isyanı başlamıştı. O gece bir silah fabrikasından şehre kamyonlar dolusu silah getirildi. Binlerce insan sokaklardaydı. Polis ve askerler silahlarını sivil halka dağıtıyordu. Sabah saatlerinde şehrin ana caddeleri işçi ve öğrencilerin elindeydi. Budapeşte’de bir devrim Konseyi oluşturuldu. Genel grev tüm ülkeye kısa zamanda yayıldı. 

Tehdit altında bulunan hükümete yardım amacıyla şehre giren Rus tankları sert bir direnişle karşılaştılar. Binlerce insan hafif silahlarla ve molotof kokteylleriyle tanklara karşı mücadele veriyordu. Üç gün içinde, 30 Rus tankı imha edilmiş, bazı Rus askerlerinin bile ayaklananların yanında yer aldıkları görülmeye başlamıştı. 

Ülkenin tümünde, fabrikalarda, demir çelik tesislerinde, enerji santrallerinde, tren garlarında ve madenlerde işçi konseyleri kurulmaya başlandı. Kırsal kesimdekiler de kendi konseylerini kurarak toprağı yeniden paylaşıp kasabalara yiyecek göndermeye başladılar. Kurtarılan radyo istasyonları, ülke geneline haber yayınlarına başladılar. 

Genel grevin tüm ülkeye yayılmasından sonra, konsey federasyona dönüşerek bir hafta içinde Konsey Cumhuriyeti’ni kurdu. Artık hükümet devre dışıydı. İşçi Konseyi bir ultimatom yayınlayarak grevin tüm Rus birlikleri ülkeyi terk edene kadar süreceğini belirtti. 30 Ekim’de Kızıl Ordu tankları Macaristan’dan çıktı. Halkta sanki bir zafer kazanmış görüntüsü vardı. 

Ancak 4 Kasım günü tanklar geri geldi. Sınır ötesinde toplanan 6,000 Rus tankı Macar halkının üstüne yürüdü. Tüm büyük şehirler topçu ateşine tutuldu. Budapeşte’nin işçi bölgesi en ağır hasar alan bölge oldu. Macarlar ellerinden geldiğince karşı koydular ancak Budapeşte harabe haline gelene kadar tam dört gün hiç durmaksızın top ateşine tutuldu. 10 gün süren çatışma sonucu binlerce insan ölüp, yaralandıktan sonra halk çaresizce teslim oldu." Clifford Harper, “Anarşi, Grafik Bir Rehber” isimli kitabında Macar ihtilalini böyle anlatıyordu... 

Direnişin büyümesi üzerine Kruşçev’in Kızıl Ordu’ya Macar direnişçileri katletme emri vermesi ve Budapeşte sokaklarında oluk oluk kan akması, acı ve gözyaşının zirveye ulaşması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ellerindeki basit silahlarla modern bir orduya karşı mücadele eden gençler kendilerini ayaklanmaya çağıran ABD ve Avrupa’dan yardım bekliyor, “Avrupa ve ABD ne zaman bize yardım edecek, bizi ne zaman kurtaracaklar?” diye feryat ediyordu. 

Ama Batı bu çığlıklara kulaklarını tıkadı. Çünkü onlar için o anda önemli olan şey; Süveyş’i millileştirdiğini açıklayan Nasır’a müdahale ve çatışmaların sonucuydu. …Ve Batı, hep birlikte bu insanlık dramını, tarihin karanlık sayfalarına geçecek bu vahşeti görmezden geldi. Peki, ABD ve Avrupalı müttefiklerinin bu tutumlarında Macarların Anglo-Sakson olmamalarının rolü var mıydı?

Macaristan’ın Varşova Paktı’ndan çekilip, tarafsız kaldığını, 2 Kasım 1956’da Birleşmiş Milletlere, 3 Kasımda da Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov’a bildirdi. Ve 4 Kasım’da Budapeşte’ye giren yüzlerce Sovyet tankı tarafından isyan kanla bastırıldı. Binlerce Macar, komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı’ya iltica etti. İmre Nagy de yakalanarak 1958’de idam edildi. 

TERÖR MÜZESİ…

Vahşetin kanıtları sergileniyor

Nazilerin ve komünistlerin çirkin yüzlerini ortaya koyan belgeler, ibret olsun diye Budapeşte’nin merkezinde bulunan “Terör Evi” olarak adlandırılan “Terör müzesi”nde korunuyor.

1. Dünya Savaşı’nda topraklarının büyük bir kısmını kaybeden Macaristan, 2. Dünya Savaşı’nda Almanya ile ittifak kurup, kaybettiği toprakları geri almak istedi. Bu ittifakın ardından Hitler, Ruslar’dan korumak bahanesiyle 1944 yılında Macaristan’ı işgal etti. Ruslar, 1 yıl boyunca kuşatma altında tuttukları, Macaristan’a girerek 1945 yılında ülkeyi ele geçirdi. Bir dikta rejimi gitmiş yerine bir başka dikta rejimi gelmiş oldu. Macarlar, önce Nazi ardından komünistlerin zulmüne maruz kaldı…

Bu acı dönemlerden geçen Macaristan, Nazilerin ve komünistlerin ülkelerinde gerçekleştirdiği vahşeti unutmamış, unutmak da istemiyor. 

Ülkede, Nazilerin ve komünistlerin çirkin yüzlerini ortaya koyan belgeler, ibret olsun diye Budapeşte’nin merkezinde bulunan “Terör Evi” olarak adlandırılan “Terör müzesi”nde korunuyor.

Vahşetin, tüyler ürpertici işkencelerin, insanlık dışı sorgulamaların, cinayetlerin işlendiği terör müzesinde…

İçeri girdiğinizde, ölüme gönderilen yüzlerce insanın duvarlardaki fotoğrafları karşılıyor sizi. İnsanın tüylerini ürperten bir manzara… Fotoğraflar, tankın altından akan yağ tabakasına yansıyor.

Tarihin kara sayfalarında yer alacak olan sorgulama ve ölüme gönderme merkezini gezerken o anı yaşıyorsunuz orada…

Duvarlardaki fotoğraflar, sorgu odaları, işkence aletleri, hücreler (ki denedim, kesinlikle bu tek kişilik hücrelerde oturamıyorsunuz), sözde mahkeme salonları, darağacının bulunduğu odalar, muhaliflerin ölüme gönderildiği dosyalar, yapılan konuşmalar ve sorgu görüntüleri…

Bu karanlık atmosferi gördükten sonra, Macar halkının özellikle son olarak komünizmden ve Sovyet Rusya’sından niçin bu denli nefret ettiğini daha iyi anladım. Gerçekten de o müzeyi gezip de emperyalistlere sempati ile bakmak imkânsız…

3

Tuna’ya doymak imkânsız

Dünyada pek çok şeye ve şehre su hayat vermiş. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’ye de Buda ile Peşte arasında tüm ihtişamıyla akan, marşlara ve şiirlere konu olan Tuna nehri hayat vermiş. 7 ülkeden geçip Karadeniz'e dökülen Tuna, şehri birbirinden kesin bir çizgi ile ikiye ayırırken, renk renk köprüler Buda ile Peşte’yi birbirine bağlıyor. Budapeşte’de şehir, Tuna'nın iki kıyısında yer alan 8 köprü ile birleşiyor. Budapeşte, Orta Avrupa'nın insanı büyüleyen başkenti olarak kabul ediliyor.

Birçok açıdan İstanbul’a benziyor, Budapeşte… Kimi yazarların çokça dile getirdiği gibi, nehrin iki yakasından birbirine bakan Parlamento binası ve tam karşısındaki eski Kraliyet binası şehrin görkemli siluetinin en belirgin parçaları olarak dikkat çekiyor. Ardından da pek çoğu Osmanlı'dan kalma, günümüzde sağlık merkezi gibi hizmet veren hamamlar... 

Gültepe’den ve şehrin birkaç noktasından Türk şair ve yazarlarına ilham veren Tuna’ya bakmaya doyamıyorum. Ardı ardına bakıyorum. Baktıkça dinleniyorum... 

Gül Baba ve Gültepe

Macarlar, 1,5 asırdan daha uzun bir süre Macaristan’da kalan Osmanlı’dan söz ederken ne işkenceden ne ölüm kamplarından ne de bir başka çirkin olaydan bahsediyordu. Nazilere ve komünistlere karşı duyulan öfke kırıntısı bile bulunmuyordu üzerlerinde… 

Bu yüzdendir ki Osmanlı eserlerini özenle koruyorlar. Gül Baba Türbesi bunlardan biri. Türk- Macar halklarının birlikte yaşadığı dönemi hatırlatan hoşgörü abidesi adeta. 

Türbe başkent Budapeşte’nin Peşte kısmında yer alıyor. Tuna nehrinin sağ tarafında yükselen tepenin doğuya bakan yamacında bulunuyor. Türbenin bulunduğu semt, şehrin en pahalı semtiymiş. Gülbaba Türbesi’nin adı semte verilmiş: Rózsadomb (Gültepe) Gül Baba Türbesi, Avrupa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin restore etmesine izin verilmiş ilk Türk mimari eseri olma özelliği de taşıyor. 

Türbenin çevresi Osmanlı mimarisine uygun olarak revaklı yol haline getirilmiş ve 64 sütunla çevrilmiş. Sütunlarda Koca Sinan’ın sütun başlıkları kullanılmış. Bahçede Osmanlı çeşmesi ile sebil bulunuyor. Türk kahvesi, okuma ve dinlenme salonları var. Türkiye’den getirilen 150 gülfidanının sembolik olarak bahçeye dikildiği, kullanılan çinilerin tümünün 16. asır motiflerinden olduğu ve Kütahya’da yaptırıldığı, döşeme taşlarının ise Kayseri’den getirildiği belirtiliyor.

Osmanlı’nın Macaristan’daki sembolü haline gelen Gül Baba’nın türbe duvarında kendisi hakkında şu ifadeler yer alıyor: 

XV, yüzyıl sonlarıyla XVI. yüzyıl başlarında yaşamış şair bir Bektaşî dervişidir. Doğum tarihi bilinmiyor. Asıl adı Cafer’dir. Külâhında daima bir gül taşıdığı için “Gül Baba, Gül Dede” lakabıyla tanınmıştır. Evliya Çelebi’ye göre Merzifonlu, yeni belgelere göre de Isparta ili Uluborlu ilçesinin İlegüp köyündendir. 1531 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine Budin’e gönderilmiş, bir tekke kurmuş, Bektaşî hoşgörüsü ile kısa zamanda Buda (Budin) halkının sevgilisi haline gelmiştir. 

1541 yılında 1 Eylül, günü Budin savaşında şehit düşmüştür. 2 Eylül 1541 günü Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin kıldırdığı cenaze namazına Kanuni Sultan Süleyman da katılmış, Budapeşte’de bugün türbesinin bulunduğu yere gömülmüştür. Türbenin bulunduğu tepeye “Gültepe-Rozsadomb” adı verilmiş, yanında Gül Baba Bektaşi Tekkesi yaptırılmıştır. “Misali” mahlâsıyla şiirler yazan Gül Baba’nın eserleriyle ilgili Miftahü’l Gayb ve Güldeste adlı yazma eserler bulunmaktadır. Danimarkalı Andersen ve Macar besteci J. Huszka, Gül Baba’dan ilham alarak edebiyat ve müzik eserleri yazmışlardır. Türkler kadar Macarlar tarafından da ziyaret edilen türbe, Orta Avrupa’da fonksiyonunu yitirmeden türbe olarak kalan önemli bir Türk eseridir.

Yorumlar